5 Kasım 2017 Pazar

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler


Pamuk Prenses Masalı

Her yerin karla kaplı olduğu bir kış günüymüş. Bir kraliçe, sarayının pencerelerinden birinin arkasında bir yandan nakış işliyor, bir yandan da hayal kuruyormuş. Derken birden parmağına iğne batmış ve gergefin üstüne üç damla kan akmış.

Kraliçe kan damlalarına bakar bakmaz, “Çocuğum kız olursa, teni kar gibi ak, yanakları kan gibi al, saçları da pencerenin çerçevesi gibi kapkara olsun,” diye geçirmiş içinden. Bu olaydan kısa bir süre sonra bir kız çocuğu getirmiş dünyaya. Kızı tıpkı içinden geçirdiği gibi bir kızmış. Ona Pamuk Prenses adını vermişler. Ne yazık ki kraliçe doğumdan birkaç saat sonra ölmüş.

Bir yıl sonra Kral yeniden evlenmiş. Yeni Kraliçe çok güzel bir kadınmış. Güzelliğine güzelmiş ama bir o kadar da kibirliymiş, kendisinden daha güzel birinin olabileceğinin düşüncesine bile tahammül edemezmiş. Odasında sihirli bir aynası varmış. Her gün o aynanın karşısına geçer, saatlerce kendisini seyreder ve sonunda,

“Ayna, ayna söyle bana, en güzel kim bu dünyada,” diye sorarmış. Ayna da hiç duralamadan, “Sizsiniz Kraliçem,” dermiş.

Fakat, Pamuk Prenses on dört yaşına geldiğinde, bir gün ayna şöyle demiş:

"Güzelsiniz Kraliçem, güzel olmasına ama Pamuk Prenses sizden daha güzel.”

Kraliçe bunu duyunca çok kızmış, öfkesinden ne uyku girmiş gözüne, ne de bir lokma yemek yiyebilmiş. ‘Ne yapmalı, ne etmeli?’ diye düşünüp durmuş günlerce. Sonra kararını vermiş ve sarayın avcısını çağırmış huzuruna.

“Pamuk Prenses’i ormana götür ve orada öldür. Öldürdüğüne kanıt olarak da kalbiyle ciğerini sök, bana getir.”

Avcı Pamuk Prenses’i ormana götürmüş, bıçağını çekmiş. Fakat Pamuk Prenses’in ağladığını görünce onu öldürmeye kıyamamış. Pamuk Prenses ağaçların arasına dalıp gözden kaybolurken, “Ben yapamadım, ama hava kararıncaya kadar bir ayı veya bir kurt benim yapamadığımı yapar nasıl olsa,” demiş.

Yolda genç bir yabandomuzu çıkmış avcının karşısına. O da hayvanı oracıkta öldürmüş, kalbiyle ciğerini söküp Kraliçe’ye götürmüş ama Pamuk Prenses’i avcının düşündüğü gibi ne bir ayı ne de bir kurt yemiş. Akşam olup hava kararınca dağların ardında küçük bir eve gelmiş. Kapısını çalmış, açan olmamış. Cesaretini toplayıp içeri girmiş.

İçeride üzeri yenmeye hazır yiyeceklerle dolu yedi küçük tabağın bulunduğu yedi küçük sandalyeli uzun bir masa varmış, duvar dibinde de yedi yatak diziliymiş. Beklemiş, beklemiş, ama kimsecikler gelmemiş. Çok aç ve çok yorgun olduğu için daha fazla bekleyememiş ve her tabaktan bir kaşık yemek almış, yedi yataktan yedincisine yatıp uykuya dalmış. Biraz sonra evin sahipleri eve dönmüşler. Dağların derinliklerinde bulunan bir gümüş madeninde çalışan yedi cücelermiş bunlar.

Pamuk Prenses’i görünce, “Ne kadar güzel bir kız!” demişler. Pamuk prensesi uyandırmaya dahi kıyamamışlar..

Sabah olup uyandığında Pamuk Prenses cüceleri görünce önce çok korkmuş, ama kısa bir süre sonra onlardan bir kötülük gelmeyeceğini, onların çok iyi insanlar olduklarını anlamış. Yedi cüceler Pamuk Prenses’ten evlerini çekip çevirmesini istemişler, o da hemen kabul etmiş.

“Hoşça kal,” demişler yedi cüceler işe giderlerken.

“Kapıyı kimseye açma. Eğer üvey annen burada olduğunu öğrenirse seni tekrar öldürmeye kalkar sonra.”

Bir gün Kraliçe tekrar aynasının karşısına geçmiş. Aynadan şu cevabı alınca suratının aldığı şekli varın siz düşünün artık:

“Güzelsin Kraliçem, buraların en güzeli sizsiniz
Ama ne var ki, yüksek dağların ardında
Cücelerin küçük, şirin evindeki
Pamuk Prenses dünyalar güzeli.”

Bunu duyar duymaz Kraliçe hemen kolları sıvamış. Yaşlı bir satıcı kadın kılığına bürünmüş ve elinde içi kurdele dolu bir tablayla dağlara doğru çıkmış yola. Cücelerin evine varınca, “Kurdelelerim var, harika kurdeleler!” diye seslenerek kapıyı çalmış. Kimin geldiğine bakmak için pencereye çıkan Pamuk Prenses kurdeleleri görünce içi gitmiş. ‘Bunda ne kötülük olabilir ki!’ diye düşünerek kapıyı açmış.

“Bunu mu beğendin güzelim?” demiş Kraliçe kurdeleyi Pamuk Prenses’in boynuna takarken. Sonra kurdeleyi sıktıkça sıkmış, ta ki Pamuk Prenses ölü gibi boylu boyunca yere uzanana kadar.

O gece yedi cüceler Pamuk Prenses’i o halde bulmuşlar. Kurdeleyi kesmişler ve Pamuk Prenses hayata dönmüş tekrar. Böylece Kraliçe’nin elinden ikinci kez kurtulmuş Pamuk Prenses.

Ertesi sabah Kraliçe anasının karşısına geçmiş yeniden. Aynadan Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığı haberini alır almaz hemen kılık değiştirmiş ve bir kez daha dağların yolunu tutmuş.
“Taraklarım var, harika taraklar!” diye seslenmiş cücelerin evinin kapısında. Pamuk Prenses yaşlı kadının elinde tuttuğu tarafı görünce başına gelenleri unutuvermiş. Kapıyı açmış.

“Saçların ne güzel, bırak ben tarayayım,” demiş Kraliçe. Ama tarak zehirliymiş, başına değer değmez Pamuk Prenses ölü gibi yere uzanmış. O gece yedi cüceler saçından tarağı almışlar ve Pamuk Prenses yeniden hayata dönmüş. Böylece Kraliçe’nin elinden üçüncü kez kurtulmuş Pamuk Prenses.

Ertesi gün Kraliçe aynasının karşısına geçince, Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığını öğrenmiş. Öfkesi burnunda, bu kez en büyülü iksirini hazırlayıp bir elmanın yarısına sürmüş. Sonra da yaşlı bir dilenci kılığına girip yola koyulmuş.

“Güzel kızıma tatlı bir elma benden, armağan,” demiş Kraliçe, pencereden bakan Pamuk Prenses’e. “Pencereden de verebilirim, kapıyı açmana gerek yok.”

“Kötü diye mi almıyorsun yoksa,” demiş Kraliçe, Pamuk Prenses’in kararsız olduğunu görünce. Sonra da zehirsiz tarafından ısırmış ve, “Al bak harika!” diyerek uzatmış, yanakları gibi al al elmayı Pamuk Prenses’e.

<img class="alignright size-full wp-image-13" src="https://www.masaloku.net/wp-content/uploads/2016/08/pamuk-prenses.jpg" alt="pamuk-prenses" width="450" height="300" />

Pamuk Prenses elmayı zehirli tarafından ısırır ısırmaz cansız yere uzanmış.

Kraliçe pencereden içeri, Pamuk Prenses’e bakmış. “Nihayet senden kurtuldum, artık dünyanın en güzeli benim,” demiş. Oradan doğruca saraya gitmiş. Ertesi gün aynaya kimin en güzel olduğunu sorduğunda ayna, “Sizsiniz Kraliçem,” deyince dünyalar onun olmuş.

Bu sefer cücelerden hiçbiri Pamuk Prenses’i uyandıramamış ölüm uykusundan. Aradan üç gün geçmiş, bütün umutlarını kaybetmişler. Fakat nedense Pamuk Prenses hiç de ölü gibi durmuyormuş. O yüzden yedi cüceler onu gömmemişler ve camdan bir tabut içine koymuşlar, tabutu da yüksek bir tepenin en tepesine yerleştirmişler.

Günlerden bir gün cüceleri ziyarete gelen bir Prens oradan geçerken camdan tabutun içinde Pamuk Prenses’i görmüş ve hemen ona âşık olmuş.

“Onu sarayıma götürmeme izin verin,” diye yalvarmış Prens.

Yedi cüceler ona acımışlar ve izin vermişler. Prens’in uşakları tabutu kaldırırken Pamuk Prenses’in boğazına takılmış olan zehirli elma parçası pat düşmüş ağzından. Pamuk Prenses doğrulmuş nerede olduğunu anlamadan, gözünü açmış, yakışıklı Prensi karşısında görmüş. Görür görmez ona âşık olmuş. Birkaç hafta sonra nişanlanmışlar.

Derken düğün günü gelip çatmış. Düğüne çağrılanlar arasında Pamuk Prenses’in üvey annesi de varmış. Üvey annesi sarayın salonuna girer girmez Pamuk Prenses’i tanımış ama bu sefer bir şey yapmaya fırsat bulamamış. Çünkü Prens’in adamları Kraliçe’yi hemen yakalamış, Prens de onu artık kötülük yapamayacağı uzak bir ülkeye sürgün etmiş. O günden sonra Pamuk Prenses, güzelliğinin yanı sıra mutluluğuyla da ün salmış.

Bu masalımızın da sonuna geldik. Sitemizdeki diğer masalları da okumanızı öneririz..

30 Temmuz 2017 Pazar

Ayağına Diken Batan Karga


Ayağına Diken Batan Karga Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, kuşlar tellal iken, karıncalar berber iken, ormanda sevimli bir karga yaşarmış. Bir gün bu sevimli karganın ayağına bir diken batmış. Bu dikeni almış, bir kocakarıya götürmüş.
«Nine, demiş, şu dikenimi saklar mısın?»
Nine almış dikeni, ocağın üst başına koymuş. Bir gün beklemiş, iki gün beklemiş, karga gelmemiş. Bir akşam, kandilini yakıyormuş, kandilin fitili kaçmış. Dikeni almış, fitili çıkarayım diye, diken yanıvermiş. Tam o sırada,· «fırrt .. » demiş, karga da gelmiş.
«Nine, demiş, dikenimi verir misin?»
«Ah oğlum, kandilin fitilini çıkanyordum, yanıverdi dikenin.»
« Yo… Ben dikenimi isterim.» Oturmuş pencerenin başına karga, saatlerce:
«Ya dikeni, ya kandili
Ya dikeni, ya kandili. » diye bağırmış durmuş. Artık kocakarının da canına tak demiş.
«Al kandili.» demiş. Karga almış kandili, götürmüş. Oradan başka bir kocakarıya gitmiş.
«Nine, demiş, şu kandilimi saklar mı­sın?»
«Peki, oğlum.»
Nine gece inek sağmaya gidiyormuş. «Şu karganın kandilini alayım da . ineği onun ışı­ğında sağayım.» demiş. Varmış, ineğin arkasına koymuş kandili, ineği sağmaya başlamış. İnek bir tekme vurmuş, kandili kırmış. Aradan çok geçmemiş, gelmiş karga:
«Nine, hani benim kandilim?»
«Oğlum, inek sağmaya, senin kandilini gö­türmüştüm. Bir tekme vurdu inek, kandil kı­rıldı.»
Karga tutturmuş: «Ben kandilimi isterim… » diye. Nine ne dediyse söz anlatamamış.
Karga oturmuş pencerenin önüne:
«Ya kandili, ya ineği.
Ya kandili, ya ineği…»
diye bağırmış da bağırmış. Ninenin kafası şişmiş, kargadan başka türlü kurtulmanın çaresi olmayınca, vermiş ineği.
Karga ineği götürmüş başka bir kocakarıya:
«Nine, sakla şu ineğimi. Ben sonra gelir alırım.» demiş. O nine de bir gün beklemiş, üç gün beklemiş,
karga yok. .. Oğlunu evlendirecekmiş.
«Su karganın ineğini keseyim de misafirleri ağırlayayım.» demiş. Kesmiş ineği, mis gibi yemekler yapmış, misafirlere yedirmiş. İnek yenmiş, bitmiş. Domuz karga da sanki bunu bekliyormuş. «Fırrrt..» diye çıkmış gelmiş düğün yerine ..
-«Nine, demiş, ineğimi almaya geldim.»
«Aman oğlum, sen gelmeyince, karga ineği ne yapacak dedim. Düğünüm vardı, kestim senin ineğini.»
«Yo … Ben ineğimi isterim.» diye tutturmuş karga. Kocakarı aldırış etmemiş, ama karga da tünemiş pencerenin kenarına:
«Ya ineği, ya gelini.
Ya ineği, ya gelini … diye bağırmış da bağırmış, durup dinlenmeden, saatlerce, Kocakarı da, düğün halkı da bı­kıp usanmışlar. Vermişler gelini, kurtulmuşlar.
Gelini almış karga, gidiyormuş. Dağda bir çobana rastlamış. Kaval çalıyormuş çoban.
Karga demiş ki:
Çoban kardeş. O düdüğü bana ver de bu gelini sana vereyim.» Bakmış çoban, telli pullu bir gelin. Almış gelini, düdüğü vermiş kargaya.
Karga almış düdüğü, başlamış öttürmeye…
Bir öttürür, bir türkü söylermiş:
«Düttürü, düttürü, düttürü …
Dikeni verdim, kandili aldım.
Kandili verdim, ineği aldım.
İneği verdim, gelini aldım.
Gelini verdim, düdüğü aldım.
Düttürü, düttürü, düttürü, düttürü … »